22 Şubat 2010

Karşılaştırmalı Popüler Kültüre Devam!

Karşılaştırmalı Edebiyat bölümünde yüksek lisans yapmak isteyen sevgilimden kıskanarak, karşılaştırmalı popüler kültür bölümü açılsa sanırım ben de oraya başvurucam. Sanırım tam benlik bir bölüm. Ben mi açsam ne… Aynı anda hem Yemekteyiz programı izleyip hem de Feurbach’ın materyalist Ahlak kuramlarını okuyabilme kabiliyetim var..

Aslında bu tür eylemsel birliktelik, okuduğumuzu pekiştirme gibi bişey oluyor. İngilizce derslerini düşünün, hem reading hem speaking hem writing var; yani ingilizcenin pekişebilmesi için okumak konuşmak yazmak gibi eylemlere başvuruluyor. Ben de okuduğumun pekişebilmesi için, evden pek dışarı çıkmayı sevmeyen biri olarak, hayatı televizyondan deneyimliyorum. Bundan ne utanıyorum ne de çekiniyorum.

Herneyse, aslında ben iki şarkının arasındaki benzerlikten bahsedecektim, konu bu noktalara geldi. Ziynet Sali , ki kendisi hemşehirlim olmakta, son yıllar beni benden alan en güzel pop şarkıyı yorumlamış kadındır –beş çayı-, ben liseye mi gidiyordum ne saçma sapan bir saç tarzıyla klibinde babasının yanaına gidip “büyüdü o saçlı lüleli yavrun a babab a ba bababa” gibi eğlenceli ve anlamsız şarkıyla çıkmıştı. Kıbrıs’ta bir Ziynet Sali dalgası yayılmıştı fısıltı şeklinde, Kıbrıslı o Aya’lı (Aya: Dilekkaya köyünün 74’ten önceki ismi). Aya’da yaşayan aile ahbab(:P)larımıza sormuştum Ziynet Sali buralı mı diye. Onlar da onaylayıp her şarkıcı hikayesi gibi acıklı yaşam öyküsünü anlattı Ziynet Sali’nin komşusu: Meğer çok yokluk çekmişler, ailesi Zİynet’i zar zor İstanbul’da okutmuş vs. Gel zaman git zaman öğrendim ki Rızarellaaaa da Ziynet’in hocasıymış. (ek ve gereksiz bilgiler vereyim, Rızarella on numara dünya tatlısı müthiş yemekler yapan hep dostum olmasını istediğim, ama uzaktan uzağa olamayacağını bildiğim, Ziynet Sali’nin hocası, Hüseyin Çağlayan’ın sınıf arkadaşı )

Bir de kendi kabuğunda pop müziği yapan yeni yetme bir Özgün var. Özgün hakkında pek bir bilgiye ulaşamadım açıkçası, hayranlarının yaptığı fan sitelerinde filan o kadar gezinmeme rağmen doğru düzgün bir bilgi edinemedim. Edindiğim bilgiler arasında 17 Mayıs’ta terhis olacağı, ve 21 Mayıs’ta da X-Large’da konser vereceği gibi beni ilgilendirmeyen şeyler var. Şimdi Özgün hakkında fazla bişey yazazmadığım için azcık kendime karşı tedirginim; çünkü Ziynet hakkaında o kadar şey yazmışken Özgün hakkında bişey yazmamak “taraf” tutuyormuşum hissine peydah etti beni.

Ziynet Sali’nin ikinci albümü olan Mor Yıllar albümü’nü albüm çıktıktan çok uzun zaman sonra farkettim. Vasilis Saleas gibi beni benden alan yegane biricik klarnetçi bile çalmış bu albümde sonradan farkettim bunu da. (Allahım niye zamanında bazı şeyleri algılayamıyorum; gerizekalı mıyım?) Özgün’ü de severek dinliyorum, ama albümünü almışlığım yok, televizyonda çıkınca kanalı değiştirmiyorum aksine azıcık televizyonun sesini artırıyorum. Az önce Özgün’ün Yalnızlık şarkısı başladı tv’de, aldım elime kumandayı azıcık ses verdim.buyrun siz de dinleyin:

Şarkı bitti aşağıya mutfağa indim acıktığım için, bişeyler hazırlarken farkettim ki Ziynet Sali’nin Mor Yıllar şarkısını okuyorum ne alaka oldum. Bugün dinlediğim şarkıları düşündüm hepsi “İçinden Ziynet geçmeyen şarkılardı” dedim kendi kendime… Sonra “lan fehmi bunlar aynı şarkı dedim” ocağı kapattım, Popüler Kültür’de kendimce bir bilgiye daha vardım heyecanıyla salona çıktım, Ziynet Sali’nin Mor Yıllar şarkısını açtım, ekşi sözlükten de Yalnızlık’ın sözlerini bulurum dedim, karşıma 85 sayfalık Yalnızlık entryleri çıkınca “lan herkesin yalnızlık hakkında söyleyecekleri mi var, hepiniz Hasan Ali Toptaş mısınız Hepiniz Yalnızlıklar mısınız” dedim, başka sitelerde sözleri arattım, ve Mor Yıllar’ın çalarken üzerine Yalnızlığın sözlerini okudum içimden dışımdan vs… Harbiden aynı şarkıymış yahu… Buyrun siz de deneyiniz…

21 Şubat 2010

Ne Ummuştuk; Ne Bulduk!

İşi muhteşem bir rahatlamayla bıraktıktan sonra erkenden kalkıp televizyonu açmıştım Seda Sayan ile karşılaşırım ümidiyle meğer artık program yapmıyormuş. Sonra Seda nerelerde acaba diye sorgulamaya başladım…. En son Lays Lays Laysini paylaş adlı eseri terennüm ederken hatırladım.

Bir kaç gün önce sevgilimle telefonda konuşurken sevgilim, “Fehmi  teklifini düşündüm, İngiltereye gidip çocuk evlat edinelim” dercesine heyecanlı ve ciddi bir ses tonuyla “Fehmim Seda Sayan kocasından ayrılıyormuş, Seda’nın hizmetçisi  Seda’nın kocasının telefonda sevgilisiyle konuştuğunu duymuş, sonra da gidip Seda’ya söylemiş” dedi. O an bir mutlu oldum. Mutlu olma sebeblerimden birincisi  içimden geçirdiğim “evet Fehmi çok doğru bir sevgili bulmuşsun” rahatlma cümlesi, ikincisi ise  Seda Sayan’ın yine program yapacak olması. Bunu herhangi bir yerde açıklamış değil. Ama Seda ne zaman  evlense evinin hanımı oluyor, ne zaman boşansa yaptığı programlarla halkın kahramanı oluyor.

Seda Sayan program yapsın… Onu reklamlar da izlemek istemiyorum. Reklamlar bana daha çok şey vaadetmeli çünkü. Seda Sayan bu anlamda benim için hayal kırıklığı hele ki Pepsi reklamlarında. Pepsi  bana Spice Girl, Micheal Jackson vaad etmişti.  Hani Spice Girls gelecekti, Micheal Jackson gelecekti, gele gele Seda mı geldi… Seda zaten bizim kalbimizde yaşıyor…

Fehmi yaşatır seni Fehmiiiiii…..

18 Şubat 2010

İzdivacımız arasındaki fark!

İşten çıktım çıkalı, klasik Fehmi Bey oldum yine. sabah erkenden kalkıyorum, evi filan topluyorum, süpüyorum siliyorum, önemli bir iş almak üzere olduğum için, o iş üzerine biraz çalışıyorum, sürekli yemek yapıyorum, sürekli yemeğe insan çağırıyorum…

Desperate houseman diyor bana sevgilim ve ben de bu sıfata tam layığıyla uymaya çalışıyorum; bu yüzden izdivaç programlarını kaçırmadan izlemeye çalışıyorum. tabii muhteşem bir analiz yeteneğim olduğu için, bu programları sadece evlilik programı olarak görmüyor ahlaksal okumalar yaparak izliyorum :P (bu da kendimi aklama cümlesi olsun )

Olayımıza belgelerle yaklaşmak en doğrusu sanırım. Esra Erol’la izdivaç vardı önce, bişeyler olmuş, ne olduğunu tam olarak bilmiyorum, Esra Erol’u Star Tv’deki programdan almışlar, yerine Zuhal Topal’ı koymuşlar, bu sırada Esra Erol da Atv’de iş bulmuş, orada yine izdivaç programı sunmaya başlamıştır. tüm bunlar olup biterken ben napıyordum bilmiyorum ; ama sanırım bir ton entrika dönmüş… Keşke o günlerde de takip edebilseydim…

Zuhal Topal’ı oyuncu kökenli olduğundan mı ne bilmiyorum ama enerjisi daha iyi. Yaptığı programla hem dalga geçiyor, hem de deli gibi eğleniyor. ben aslında Zuhal Topal’ın o hallerini izlemeyi seviyorum. (al bir aklama cümlesi daha)… Bir de Zuhal Topal bu yılın en iyi dizisinde oynamasıyla aklımda yer etmiş bir kadın. Geniş Aile bence raconuyla, esprileriyle, kurduğu dünyayla bu yılın en iyi dizisi, Selena’da filan da oynamış ama ben Geniş Aİle sayesinde tanıdım Zuhal Topal’ı ve bu yüzden onun izdivaç programına bir kez baktım sonrasında da bakmaya izlemeye devam ettim… herneyse…

Esra Erol bir mafyanın geliniymiş galiba, ya da karısı bilmiyorum ilgilenmiyorum..

İkisinin arasındaki farklar sadece bunlar mı? Tabii ki değil.  Televizyon denilen şey, bir nevi toplumun kendi hakikatini aradığı (görmek istediği, olmayan hakikatini aradığı) bir nesneye dönüşmüştür, televizyon programları da bu hakikat arayışınanda araçsallık görevini tamamıyla görev edinmiş, tam gaz annelerimizin, Muş’taki Meryem teyzemizin, Kars’taki Fatma ninemizin KIbrıs’taki Perihan annemizin beyinlerine hükmetmeye çalışıyor. İşte bu noktada sunucuya çok görev düşmektedir. Sunucu bu yüzden şuurlu olmak zorundadır, sunucu bu yüzden var olan gelenekselci kokuşmuş ahlaki değerleri tutup daha da kokmamasına izin vermemeli diye düşünmekteyim.

Gelin örneklerle izleyelim; İlk video’da telefonun seyircinin yüzüne kapatılmasını,ikinci video’da ise konuğun stüdyodan kovulduğunu izleyeceğiz. Aralarındaki ahlaksal fark ve izleyiciye bu eylemleriyle verdikleri mesaj oldukça farklı.

Viideo 1:

 

Video 2: