24 Mayıs 2010

Koyunlar ve Altın Kızlar bir de “abi”

velhasıl koskoca bir filmi daha kazasız belasız bitirmiş bulunmaktayız; bir iki kriz hali yaşadım ama neyse ki aritmimin azmadan taşikardim tutmadan halledebildim. Sanırım Kıbrıs havası iyi geldi de atak geçirmedim. Aslında filme dair, ekibe dair, çekim yaptığımız Büyükkonuk koyü ve köylülerine ayrıca Kıbrıs’a dair anlatacak bir ton konu var.

hayatımdaki en profesyonel işti sanırım ama iradem bu kadar profesyonelliği kaldırmıyor, ciddiyetle hem iş yapıp hem de iş arkadaşlarımla geyik yapabilmeyim dibine kadar, iş halletmek için koşuştururken yanımdan geçen bir iş arkadaşıma orta parmağımı gösterebilmeliyim ya da ne bileyim “yalarım lan seni” diyebilmeliyim. Asortikliğin, kalantorluğun, kibirliliğin, burnundan kıl aldırmayan karakterlerin, ne oldum delisi insanların ve hayatlarını tamamen işe adamış “projelerim projelerim” diye dolanan insanların arasında işim yok galiba benim. Varsa bile sadece iş anında olabilir bu da işi sıkıcı kılabilir. Koyun sürüsünü 5 dk’da sete getirebilmem ama sete getirince bi ton insanın koyunları istenilen yere koyma çabasından dolayı 5 dakikada getirdiğim koyunların kaçması ve benim onların arkasından koşmam bence komik; ama sayın ekibim oldukça sıkıcı olduklarından olsa gerek o andaki trajedimle eğlenememiş oldu, neyse ki koyunlar kaçtıktan ve benim onların peşinde koşmamdan sonra arayıp eğlenebilceğim Merve var. resmen kimse eğlenemeyince Merve’yi arayıp anlattım ve karşılıklı 2-3 dakika güldük.

Bu film sürecinde unutamayacağım şeylerden biri de muhakkak Büyükkonuk halkı olacaktır. hadi sete dediğim anda gelen Fatti teyze, Aynur aba, Sadiye’ba, Suna’ba (kıbrısta sesli harfle biten abla isimlerinden sonra abla denmez “ba” denir) anlatılmaya yaşanmaya değen insanlar. hadi sete dediğim andan itibaren 20 dakika sonra hazır olan teyzeler bunlar. hem de süper hazır oluyorlar, kendi evlerinden dönem kostümlerini giyiyorlar, kendi aksesuarlarını alıp geliyorlar. Fatti teyze el yapımı çanta yaparak geçimini sağladığından malzemelerini alıp sokakta çanta yaparak, Aynur Abla sele yaparak, Sadiye’ba şehriye yaparak, Suna’ba da ekmek yaparak görüntüye zenlik kattılar. yaşları 80 olsa da resmen Altın Kızlar. Bir gün ansızın otobüs geçişi çekmeye karar verişimizle elimizde figürasyon olmayışından hemen arabaya atladım Sadiy’banın evine gittim altın kızları toplasın gelsin diye, evde Sadiye’ba yoktu, diğer geride kalan 3 Altın Kızın birinin evine kahveye gittiğini düşünürek onları ne kadar iyi tanıymadığımı anladım. Damadı evdeydi Sadiye’bayı sordum, yan köyde yol yapılacağı için ağaçları kesiceklermiş benim Altın Kızlar da ağaçların oraya eylem yapmaya gitmişler. 4 kişi bile olsalar medyayı çağırmayı ihmal etmemişler. en azından medya ile birlikte 10 kişiyi toparlamış oldular. onları tebrik eder özlemlerimi dile getiririm.

Derviş Bey tepkisiz duygusuz bir adam genel olarak. Adam set boyunca sadece ne istediğini anlattı ve istediği şeyi alana kadar çekti. kimseye bağırmadı kimseyi pohpohlamadı, kimseyi panikletmedi kimseyi övmedi. istedi ve aldı. ilk koyun vakasından sonra anlaşıldı ki bir kişi ilgilenmesi gerek, ki aslında ilk günden beri söyledim koyunlarla on kişi ilgilenmesin tek kişi ilgilensin ürküyor hayvanlar diye. herneyse koyunlarla ben ilgilenmeye başladım, pastoral bir karakterimin oluşundan dolayı sanırım koyunlarla aram iyiydi. çekeceğimiz en son koyunlu sahneydi, tek başıma sürekli koyunları aynı yere koymayı başarabildim. koyunların arasında kahverengi bir keçi vardı o biraz asiydi ama zeytin dalına karşı olan tutkusunu farkettim ve keçininin bu zaafından faydalanarak keçiyi kandırdım. keçi kaçmayınca dolayısıyla koyunlar da kaçmadı, koyunlar cidden koyun gibi çünkü, biri kaçtı mı hepsi kaçıyor, keçiyi ele geçirmek bu anlamda iyi oluyordu. velhasıl çektik son koyunlu sahneyi ve Derviş bey bana 1 buçuk aydan sonra bir söz etti: “iyi bir reji olduğun kadar iyi bir de çobansın”. gülümsedim iyi bir şey söylemişti galiba.

Filmin en son gününde ise o muhteşem şey yaşandı. Para olmadığından dolayı figürasyonu gönüllük esasına dayanarak bulduk, hal böyle olunca sıkılanlar oldu gitmek isteyenler oldu vs onları oyalamak, onları eğlendirmek, onlarla iyi geçinmek benim görevim oldu. zaten onca figürasyonu da ben buluyordum. herneyse son gün Namık Kemal Lisesi Tiyatro topluluğunu figürasyon olarak çağırdım geldiler. Allahııım o neydi, tanrı gibiydi, doğanın tüm güzelliği, tüm iyi niyeti toplanmış sanki onda vucud bulmuştu. bir an tüm ömrümü onun için adamak istedim, ismini öğrendim, muhabbet ettim, setlerine daha çok vardı, onlarla vakit geçirdim kaçamamaları için, hep ona baktım ister istemez. ama bana Fehmi Abi demesi koydu; cidden koydu. sübyancı mı oldum ne! hoş bugün öyle düşünmüyorum ama “sen suret ol ben gölgen olurum ama bana abi deme”!!!

22 Mayıs 2010

Matmazel Noraliya’dan Alıntılar 1

“meşrutiyette duyun-ı muntazama mümeyyizliğinden 2000 kuruş, bugünkü fiyat endeksi farkıyle belki dört yüz lira olan bir adamın stoik mukavemetiyle şirret karısının arasındaki dramın ekonomi ile ne münasebeti vardı? yangından sonrası için Saim belki haklıydı. Fakat ondan evvel Yusuf Beyin belki yarısını Kırım’dan Tuna’ya giderken muhacir arabalarının korkunç monoton gıcırtısında veya çocuukken geçirdiği menenjitte kaybettiği hafızasına yahut karnı o tarihte pek ala doyan Eda Hanımın sinir sistemine Marks’ın burnunu sokmaya ne hakkı vardı?”