29 Haziran 2009

Figenya

Cok acaip bir ruh halindeyim. Kendimden daha yetersiz insanlarla bir arada olmak sanırım bana mutluluk veriyor.
Bunu yeni yeni kabullendim. Film çekimindeyiz  ama  al birini vur ötekine. İstiklalde the Godfather ın müziğini çalan ıslıkçı adamdan daha  az sinema  bilgileri var. Tanrım kim bunlar?
İçten içe de hoşuma gitmiyor değil yani. Sonuçta onların da  dünya görgüsünden haberleri olmalı değil mi?
Bu genç sanat camiiası bana öğrenci evlerini hatırlatıyor. Kuru ve dağınık.
Mahallede yaşıtım kızlar koca peşindeyken ben kokteylerden kokteylere koşar ve şahjeneliğimle göz  dolduruyordum. Bir keresinde yerli bir parfüm tanıtım teklifi almıştım. Elbette ki kabul etmedim. Fakat, aklıma cin bir fikir geldi. Hemen kendime Europe menşeiili bir parfüm markası aradım. Meğer o günlerde Dior Türkiyeye girmek istiyor. Eski tanıdıklarımız mevcut çok şükür. Hemen konuştuk adamlarla Dior'un Türkiyedeki yüzü olacaktım. Neyse efendim taa zamanında jakuzili hotel odası isteğimi de kabul ettirmiştim. Tanıtım için müthiş pembe bir tuvalet yaptırmıştım.  Aç erkek gözleri arasında kırmızı halıda yürürken::Memduh Bey!. Beni daha önce isteyen yerli parfüm markasının satış sorumlusu. Hiç yakıştıramadık falan diye bişeyler geveledi. Ne münasebet canım, ben yalnızca  kaliteli markalarla çalışırım dedim usule uygun şekilde. Usulumu anlamamış olacak ki terbiyesizlik bastı bana. O kadar basılmış olan ben ilk kez terbiyesizlikle basılıyordum bunun altında kalmadım. Derken olaylar gelişti adamla birbirimize girdik. Saç-baş darmadağın. Elbisemin omuzu yırtılmış göğüs dekolteme bakıp salya akıtan adamlara mı bakayım Memduh P.zevengini mi yolayım şaşırdım. Tabii olay basına  yansıdı. Dior bu bizim şovumuzdu dedi, zamanın o.ospu mankeni Figenya'yı hemen öne sürdüler. Figenyaymış oros.u. Kim hatırlıyor seni şimdi.
Dior un kokar parfümü ülkede hiç tutmamıştı da rahatlamıştım bir nebze. E şimdi bu settekilerin hangisi Dior2u biliyor acaba?
Sefiller.
Oysa bende figenya oros.usu gibi bir aramatör bulup kapaklasam ne işim olurdu bu settekilerle. Durum bu yani. Ben özgürlüğü seçtim.

böyle buyurdu Halil

25 Haziran 2009

“Taraf” Olmak Ya Da “Posta” Koymak

Bir roman, bir şiir okudum, bir film izledim hayatım değişti cümlelerini az çok duymuşuzdur, klişedir; klişe olduğu için de kullanırız. ama sanırım ben bir gazete okudum ve hayatım değişti.

bundan 3-4 gün önce taraf gazetesinin tarihi 21 haziran gösterse de; 22’sinde okuduğum bu gazete, benim hayatımda çok şey değiştirdi. belge, mahcubyan gibi yazarları okurken, bir ses “bu eve taraf gazetesi giremez, bu evde taraf gazetesi okunamaz”…. olay böyle başladı, eski davalar da açıldı, sonra da tüm davalar kapandı, birbirimize “posta” koyduk…

Peki ya Posta okusaydık? En azından haydar dümen var; ilişkiyi rayına oturturdu……

10 Haziran 2009

Sen Soktun, Sen Çıkar

şu an sıkıntıdan patlamak üzereyim. saat 12:00den beri, ofisteyim, güya çalışmak için geldim, geldik. sanat grubu, kostüm grubu, reji grubu, saç makyaj hep beraber oturduk, ofice eğlencesi yapıyoruz güya. rehabilitasyon merkezi gibi burası.

birileri sos oynuyor, birileri kitap okuyor, birileri netten ispanya turu için fiyat ediniyor, birileri faceebookta (ki o ben oluyorum) pet society, Chain RXN oynuyor falan filan…

niye diycekseniz, iş yok şu an ve bundan önceki anlarda da. bir ara sıkıntıdan kalktım ofiste yaşayan Golden Efes’i taradım, ona da söyledim, “senin baban yapımcı ama bu iş tutmıycak, rızkınla oynuyorlar oğlum, bak şimiden ihmal ediliyorsun, kaçıncı kez aynı yerden tarakla geçtim, bak hala avuç avuç tüy geliyor”. Sonra Efes’le bakıştık, Efes’in gözleri doldu, dayanamadım ; “tamam yavrum ben senin için çalışıcam” dedim.

senaryonun 15. kez değiştirilmesini bekliyoruz burda ekipçe. Sinema filmi diye özeniyorlar, ama bugün iki replik veriildi bana: “bi kontrol eder misin bu replikler senaryoda var mı; yoksa ekliycem” nasıl yani::S kim yazıyor ki bu senaryoyu. insan yazdığını bilmez mi. ben tabii yine her zamanki çok bilmiş tavrımla, repliklere bir göz attım, hafif çenemi havaya kaldırdım, gözlerimi çok açmadan “hayır bunlar yok” dedim. özgüvenime hayran kalıyorum böyle durumlarda. olsun yine de bir kontrol et denildi, iyi dedim, zaten başka da bir işim yok, ettim. nitekim yine haklı çıktım yoktu. o an dilim “hayır bunlar yok derken”, iç sesim “bunlardan replik olmaz, sen şiir yaz” dedi. böyle durumlarda hem ikiyüzlü hem de kendimden emin olabiliyorum…

Senaryoyu bir türlü başından beri sevemedim, ne bileyim belki iyi bir senaryo olabilir, ama bana hitap eden bir tarzı yok. kazananlar her zaman kazanmış olabilirler mi acaba? temalı,bir film. sanırım afişinde de “Melekler ve Kumarbazlar” yazısı altında çıkacak 12 puntoyla “kazananlar her zaman kanazmış olabilirler mi acaba?” haaala.

akşama yemeğe misafir de var. Eski yönetmenim Merve bana gelecekti, ama sanırım ben akşama senaryoyu, Merve de beni bekleyecek. sanırım birazdan arayıp, az önceki kendine güvenen fehmi’den eser kalmayarak, eğilip büzülerek özür dileyecek. yani ama bu kadar da olmaz. dün tüm gece sarma sardım, yemek hazırladım bugün burda bu akşam tost yemek…..

herneyse ben çok sıkıldım. arada bir insanlar derler ya “çığlık atıp kaçasım var” diye, ben bunu söylemek değil, direkt eyleme geçirmek istiyorum. şu an odada toplantı başladı…. az sonra Yakut’a devredicem o da hislerini size balmumcu’dan ileticektir….

acaba kazananlar her zaman kaybedermi merak etmekteyim.. aslında merak ettiğim şeyleri yazmaya anlatmaya kalksam işin içinden çıkamam diye korkmaktayım.

o kadar değişik bi şirket havası varki gercekten şaşırmamak büyük ayıp olur.örnekle betimlemek istiyorum ; cips yiyenler,göbeğine vurup ses çıkaranlar,oyuncuları odaya kapatıp filmdeki rolünü anlatanlar vs vs.. şu anda ilgi odağı olmaktan gurur duyuyoruz fehmiyle..akşama süpriz olacak olan bu blog daha basıma girmeden çok ilgi gördü.bunca insan burada film çekme münasebetiyle buluşmuş fakat filmden bi haber konuşmalar olunca iş maksadını yitirmiş hissine kapılmama neden oluyor.5 gün sonra film çekilmeye baslanacakmıs henüz oyuncular belli değil . he ayrıca teknik ekibimizin sevilen arkadaslarından birinin bugun doğum gunuymuş..samimi bi şekilde bizden doğum gununu kutlamamızı istiyor. delimisin arkadasım sen tanısalı iki gun olmuş ben senin doğum gununu kutlarım tabi ama benden samimiyet neden bekliyosun ? peki neden yavuz bingöl’ün sesi tiz ya da bas değil ? bu da bu blog yazılırken duyduğum bir tartışma konusu.evet evet şirketteyiz hala orada konusulan konular.. su anda tek mutlu olduğum konu yukarda mutfakta hazırlanan yaş pasta .. onu yiyip hemen eve gitmek istiyorum..bilmiyorum kaçıncı kez senaryoyu okuyacağım.

bu blogta kah gözyaşı kah kahkaha kah mutluluk kah sinir var..bunu bilerek okuyun beni sevindirin. teşekkür eder yerimi su anda burda bulunup düşüncelerini paylaşmak isteyen bi baska arkadasa bırakmak isterim sevgiler..Yakut

ve yeniden ben….

sonunda  evet, şükrü de patladı, sıkıntılıymış, patlamak üzereymiş….

hep beraber söylüyoruz… sen soktun sen çıkar….

2 Haziran 2009

Bir Yudum Sohbet’e beklerim!

Ara ara bazı şarkıları günlerce haftalarca  döndürüp döndürüp dinlediğim olmuştur,  hatta bu şarkıları yüz yıllar boyu dinleyebileceğimi filan da sanıyorum.

Çocukken evimizin sol dibindeki evde ananem ve dedem, sağ taraftaki köşeyi dönünce de Babaannemler yaşarlardı.  Abim genellikle ananemlerde bense genellikle babaannemlerde vaktimi geçirirdim. Daha doğrusu abim ananemin evinin önünde futbol oynardı, ben babaannemin evinde babaannemle temizlik yapar, temizlik yaparken de şarkılar dinlerdik. Babaannem o zamanlar ın hit şarkısını “gökten yağmur değil sevgiler yağsın” ve “yağdır mevlam su” olarak belirlemiş, bu şarkıları  dinlemesek de söylememiz farzdı. O zamanlar “r” harfini de söyleyemiyordum. Amcam işten gelirdi, gitarını alırdı o çalar bense okurdum “yaydır mevlam su”  diyerek. Arada da babaannemle göbek atardık ne alakaysa.. Şimdi düşününce biraz garip geliyor babaannemle evde göbek atmamız aynı anda da amcamın gitar çalması…. Herneyse babaannemin müzik zevki de yıllar sonra değişmişti elbet; bir ara favori şarkısı Demet Sağıroğlu’ndan “Tanrıya seni ben şikayet ettim; çünkü sen aşkıma ihanet ettin” şarkısıydı….

Lise yıllarında Janis joplin’in  pek duygulu söylediğine inandığım “crrrrrrryyyyyyy baybeeeeeeeeeeeeeeeee” çığlığını  yüzbinlerce kez dinlediğimi , ardından the Cranberries’in çok ağlangaçlı olduğuna inandığım “in the ghetto” şarkısıyla ne geceler geçirdiğimi bir ben bilirim, bir Melek bir de Yena…

Yena, Melek, ve ben  Lefkoşa’daki okuldan kaçar, mağusa’ya giderdik. en hippi en bluescu en rockçı t-shortlerimizi çantalarımıza koyarak… Surların üstüne çıkar,  yine aynı çantaların içinde bulunan cd çalarlarımızı hoparlörlerimizi cdlerimizi çıkarıp Sinead o’connor ‘ı defalarca dinlerdik, sonra okuldan dönmüşcesine okul çıkış saati eve gidip, odaya kapanıp mumlar yakıp yine aynı .şarkıları dinlerdik. Ama nedense akşamları da parkta buluşunca fasıl söylerdik, özellikle Ülkü ile  favorimiz en bilindik, aynı zamanda en sevmediğim şarkılardan biri olan “biz heybelide her gece mehtaba çıkardık” şarkısını söylerdik, meyanına asla çıkamazdık çünkü şarkının meyan kısmındaki sözleri bilmezdik.

Yine aynı dönemde Işın Karaca çıkmıştı: “Tutunamadım”, o zamanlar nedense Neslihan’la çıkıyorduk, iki tane kasetini almıştım, biri Neslihan’a verilmek üzere alınmıştı, biri de kendime… öyle garip bir dönemdi hem blues, hem rock, hem türk sanat müziği, hem pop… 

Tabii bi de bu zaman zarfında çılgınca klasik batı müziği piano derslerine gidiyordum annemin zoruyla. lise 1’in sonunda dayanamayıp anneme klasik müzikten nefret ettiğimi, 7 yılda anca nefret ettiğimi anladığımı filan söyledim.

üniversite yıllarımı ikiye ayırıyorum, bir döneminde çılgınca Björk, Tori Amos, Aziza Mustafa Zadeh, PJ Harvey, Jane Birkin yaklaşık 2-3 yılıma anlam ve renk kattı.. Türkiyede öğrendiğim bu şarkıları ve şarkıcıları kıbrıstaki arkadaşllarımla paylaşıyor, daha sonra onlar da bir şekilde bana birşeyler yolluyorlardı. kıbrısa gidince de çılgınca hepberaber dinliyor anlamsız bir alaturka ruh haliyle “ahhhh ahhh” diyorduk. yena’yla bazen sadece tori amos’un caught a lite sneeze şarkısının “may be she will may be she wiiiil” sözünü bekler, orası gelince de muhteşem bir saygı duyardık. hiç unutmam yena ile yine bir gece, yine tori amos dinlerken, bu sefer şarkı “i don’t like Monday”di, saçma bir şekilde öpüşmeye niyetlenmiş, hatta öpüşmüş sonra uyumuştuk…

Sonraki dönemde nerden estiğini anlamadığım bir türk sanat müziği dinleme söyleme hevesi… Okulun korosunda “ölürsem yazıktır”lar, “ey çerhi sitemger dili nalana dokunma”lar… sadece türk sanat müziği dinleyen biriolmuştum. atıyorum dönülmez akşamın ufkundayız şarkısını bilmiyosam ve koroda o şarkı çalışılıyosa ve ben o şarkıyı çok sevmişsem, sadece “dönülmez akşamın ufkundayız” şarkısını  haftalarca otobüste, durakta, evde dinliyordum.

Türk Sanat Müziği de kesmeyince, Klasik Türk Müziği korosuna gitmeye azmettim, sınavla filan alıyolardı, sınava da girdim, koroya da alındım. hayatımın en güzel şarkılarını orda öğrendim diyebilirim… “ah kani yadı lebinle huş ettiğim o demler”, “nihan ettim seni sinemde ey mehpare canımsın”, “gözümde daim hayali cana”, “yandıkça oldu suzan kalbi şerer feşanım”…….. haftanın iki günü hem bu şarkıları öğrenebilmek, hem de söyleyebilmek için ta üçkuyulardan karşıyakaya gidiyordum… (sanırım izmirde en çok özlediğim günler o günlerdi)….. bu şarkıları öğrenebilmek de o kadar kolay değildi, tsm gibi 10-15 kez dinleyince olmuyor, en az iki hafta yoğunlaşmak lazımdı, giyinirken, yemek yaparken, bilgisayar başında, temizlikte, yolda sokakta her an dinlenmesi, banyoya girince de icra denemelerine girişilmesi gereken şarkılardı.

okul bitti, doğal olarak izmir günleri de bitti, peki şimdi herhangi bir müzik zevkin var mı deseler verecek bir cevabım yok; ya da pop müzik diyebilirim. aslında bu kadar ayrıntı girme gibi bir niyetim yoktu, enikonu Ziynet Sali’nin Beş Çayı adlı şarkısını haftlardır dinlediğimi yazacaktım, dağıldım… “bütün hatırlarıma saygılar arz ederim”lik, “ama unutur muyunm asla, niye unutayım”lı bir yazı oldu. bahsi geçen insnlara da “olur da yolunuz düşerse bir kahveye uğryaın derim, ya da beş çayına bir yudum sohbete beklerim” demek istiyorum…birileri italyada birileri kıbrısta ben burda… ben de uzun bir yola gittik farzederim……