Ara ara bazı şarkıları günlerce haftalarca döndürüp döndürüp dinlediğim olmuştur, hatta bu şarkıları yüz yıllar boyu dinleyebileceğimi filan da sanıyorum.
Çocukken evimizin sol dibindeki evde ananem ve dedem, sağ taraftaki köşeyi dönünce de Babaannemler yaşarlardı. Abim genellikle ananemlerde bense genellikle babaannemlerde vaktimi geçirirdim. Daha doğrusu abim ananemin evinin önünde futbol oynardı, ben babaannemin evinde babaannemle temizlik yapar, temizlik yaparken de şarkılar dinlerdik. Babaannem o zamanlar ın hit şarkısını “gökten yağmur değil sevgiler yağsın” ve “yağdır mevlam su” olarak belirlemiş, bu şarkıları dinlemesek de söylememiz farzdı. O zamanlar “r” harfini de söyleyemiyordum. Amcam işten gelirdi, gitarını alırdı o çalar bense okurdum “yaydır mevlam su” diyerek. Arada da babaannemle göbek atardık ne alakaysa.. Şimdi düşününce biraz garip geliyor babaannemle evde göbek atmamız aynı anda da amcamın gitar çalması…. Herneyse babaannemin müzik zevki de yıllar sonra değişmişti elbet; bir ara favori şarkısı Demet Sağıroğlu’ndan “Tanrıya seni ben şikayet ettim; çünkü sen aşkıma ihanet ettin” şarkısıydı….
Lise yıllarında Janis joplin’in pek duygulu söylediğine inandığım “crrrrrrryyyyyyy baybeeeeeeeeeeeeeeeee” çığlığını yüzbinlerce kez dinlediğimi , ardından the Cranberries’in çok ağlangaçlı olduğuna inandığım “in the ghetto” şarkısıyla ne geceler geçirdiğimi bir ben bilirim, bir Melek bir de Yena…
Yena, Melek, ve ben Lefkoşa’daki okuldan kaçar, mağusa’ya giderdik. en hippi en bluescu en rockçı t-shortlerimizi çantalarımıza koyarak… Surların üstüne çıkar, yine aynı çantaların içinde bulunan cd çalarlarımızı hoparlörlerimizi cdlerimizi çıkarıp Sinead o’connor ‘ı defalarca dinlerdik, sonra okuldan dönmüşcesine okul çıkış saati eve gidip, odaya kapanıp mumlar yakıp yine aynı .şarkıları dinlerdik. Ama nedense akşamları da parkta buluşunca fasıl söylerdik, özellikle Ülkü ile favorimiz en bilindik, aynı zamanda en sevmediğim şarkılardan biri olan “biz heybelide her gece mehtaba çıkardık” şarkısını söylerdik, meyanına asla çıkamazdık çünkü şarkının meyan kısmındaki sözleri bilmezdik.
Yine aynı dönemde Işın Karaca çıkmıştı: “Tutunamadım”, o zamanlar nedense Neslihan’la çıkıyorduk, iki tane kasetini almıştım, biri Neslihan’a verilmek üzere alınmıştı, biri de kendime… öyle garip bir dönemdi hem blues, hem rock, hem türk sanat müziği, hem pop…
Tabii bi de bu zaman zarfında çılgınca klasik batı müziği piano derslerine gidiyordum annemin zoruyla. lise 1’in sonunda dayanamayıp anneme klasik müzikten nefret ettiğimi, 7 yılda anca nefret ettiğimi anladığımı filan söyledim.
üniversite yıllarımı ikiye ayırıyorum, bir döneminde çılgınca Björk, Tori Amos, Aziza Mustafa Zadeh, PJ Harvey, Jane Birkin yaklaşık 2-3 yılıma anlam ve renk kattı.. Türkiyede öğrendiğim bu şarkıları ve şarkıcıları kıbrıstaki arkadaşllarımla paylaşıyor, daha sonra onlar da bir şekilde bana birşeyler yolluyorlardı. kıbrısa gidince de çılgınca hepberaber dinliyor anlamsız bir alaturka ruh haliyle “ahhhh ahhh” diyorduk. yena’yla bazen sadece tori amos’un caught a lite sneeze şarkısının “may be she will may be she wiiiil” sözünü bekler, orası gelince de muhteşem bir saygı duyardık. hiç unutmam yena ile yine bir gece, yine tori amos dinlerken, bu sefer şarkı “i don’t like Monday”di, saçma bir şekilde öpüşmeye niyetlenmiş, hatta öpüşmüş sonra uyumuştuk…
Sonraki dönemde nerden estiğini anlamadığım bir türk sanat müziği dinleme söyleme hevesi… Okulun korosunda “ölürsem yazıktır”lar, “ey çerhi sitemger dili nalana dokunma”lar… sadece türk sanat müziği dinleyen biriolmuştum. atıyorum dönülmez akşamın ufkundayız şarkısını bilmiyosam ve koroda o şarkı çalışılıyosa ve ben o şarkıyı çok sevmişsem, sadece “dönülmez akşamın ufkundayız” şarkısını haftalarca otobüste, durakta, evde dinliyordum.
Türk Sanat Müziği de kesmeyince, Klasik Türk Müziği korosuna gitmeye azmettim, sınavla filan alıyolardı, sınava da girdim, koroya da alındım. hayatımın en güzel şarkılarını orda öğrendim diyebilirim… “ah kani yadı lebinle huş ettiğim o demler”, “nihan ettim seni sinemde ey mehpare canımsın”, “gözümde daim hayali cana”, “yandıkça oldu suzan kalbi şerer feşanım”…….. haftanın iki günü hem bu şarkıları öğrenebilmek, hem de söyleyebilmek için ta üçkuyulardan karşıyakaya gidiyordum… (sanırım izmirde en çok özlediğim günler o günlerdi)….. bu şarkıları öğrenebilmek de o kadar kolay değildi, tsm gibi 10-15 kez dinleyince olmuyor, en az iki hafta yoğunlaşmak lazımdı, giyinirken, yemek yaparken, bilgisayar başında, temizlikte, yolda sokakta her an dinlenmesi, banyoya girince de icra denemelerine girişilmesi gereken şarkılardı.
okul bitti, doğal olarak izmir günleri de bitti, peki şimdi herhangi bir müzik zevkin var mı deseler verecek bir cevabım yok; ya da pop müzik diyebilirim. aslında bu kadar ayrıntı girme gibi bir niyetim yoktu, enikonu Ziynet Sali’nin Beş Çayı adlı şarkısını haftlardır dinlediğimi yazacaktım, dağıldım… “bütün hatırlarıma saygılar arz ederim”lik, “ama unutur muyunm asla, niye unutayım”lı bir yazı oldu. bahsi geçen insnlara da “olur da yolunuz düşerse bir kahveye uğryaın derim, ya da beş çayına bir yudum sohbete beklerim” demek istiyorum…birileri italyada birileri kıbrısta ben burda… ben de uzun bir yola gittik farzederim……
4 yorum:
5 çayı demek kadar içten,naif vede özlengeç olmuş....
sen çok kötü bir adamsın...
ne güzel yolumda ilerleyip çılgınca elektronik dinlerken
kendimi yine tori amosun pembelerinin altında kaybettim.
yıllar yıllar sonra......
'can't stop whats coming' ağzımda bunu mırıldana mırıldana dolaşıyor ve sigara içiyorum. hepsi senin yüzünden.. nerde o sağlıklı yüzeysel elektronik dinleyen insan, nerde şimdiki ben......lütfen çayı kahveyi yap geleceğim
ahh ahh ...
Aşk olsun, Radiohead- Creep unutulur mu? :)
Yorum Gönder